İKSV tarafından Avrupa Birliği desteğiyle hayata geçirilen Ortaklaşa Diyalog Programı kapsamında 25 Nisan – 13 Haziran tarihleri arasında yedi odak şehirde arama konferansları gerçekleştirildi. Her şehirde sanat ve edebiyat dünyasından bir konuk; o şehirle olan kişisel bağından aldığı ilhamı Sabah Konuşması’nda katılımcılarla paylaştı. Mersin’de Selin Sümbültepe, Bursa’da Aslı Tohumcu, İzmir’de Yiğit Özşener, Konya’da Ercan Kesal, Ordu’da Özcan Alper, Tunceli’de Sema Kaygusuz, Diyarbakır’da Ahmet Mümtaz Taylan hepimize ilham verdi.
“Ortaklaşmanın gücü; bizi birbirimize bağlayan zengin çeşitlilik içinde herkesin kendini gerçekleştirme hakkı olduğu bir ortam yaratır”
Selin Sümbültepe
Ortaklaşa Diyalog Programı kapsamında yedi odak şehirde düzenlenen arama konferanslarının ilk oturumu için 25 Nisan’da Akdeniz Bölgesi’nden kültür profesyonelleri ile Mersin’de bir araya geldik. Mersin; sanat ve edebiyat dünyasından bir konuğun, o şehirle olan kişisel bağından aldığı ilhamı paylaştığı “Sabah Konuşmaları”nın da ilkine ev sahipliği yaptı. Sabah Konuşması’nın konuğu Selin Sümbültepe doğduğu şehir Hatay’dan başlayıp konservatuar eğitimi almak için yerleştiği Mersin’e uzanan ve müziğine de yansıyan ilham hikâyesini anlattı: “Akdeniz’in kıyısında tarih ve kültürle yoğrulmuş Hatay’da doğdum. Binlerce yıllık geçmişi ve etnik kökeniyle eşsiz bir kültüre sahip olan bu şehrin sunduğu kültürel mirasa ve köklerime olan bağlılığı, müzik aracılığıyla sürdürebildiğim için şanslıyım. Mersin, kültürlerin ve etkileşimin iç içe geçtiği onlarca şehirden biri. Konservatuar hayatımı geçirdiğim bu şehrin her köşesinde, kültürel mirasın etkisini destekleyen anılarım var. Miras sadece kültür ve sanatla değil, insanların bir araya gelerek kendi deneyim ve hikâyelerini paylaşmasıyla da aktarılır. Ortaklaşmanın gücü; bizi birbirimize bağlayan bu zengin çeşitlilik içinde herkesin kendini gerçekleştirme hakkı olduğu bir ortam yaratır. Bugün Mersin Arama Konferansı’nda kültür-sanat dünyasında ortaklaşmanın önemini keşfetmek için bir aradayız. Her birimizin duyguları ve deneyimleri aracılığıyla ortaklaşması, bizlere bırakılan mirası aktarmak ve kültürel birlikteliğimizi güçlendirip, teşvik etmek için buradayız. Kendini gerçekleştirmenin ve ortaklaşmanın herkesin hakkı olduğuna inanarak bu yolda birlikte ilerleyebilmeyi diliyorum.”
“Üzerine düşünülmüş kültür politikaları oluşturarak, önce bu işe kafa patlatanlar olarak işbirliğine açık bir şekilde sanatı insanlara ulaştırabiliriz”
Aslı Tohumcu
Arama konferanslarının ikinci oturumu için 10 Mayıs’ta Marmara Bölgesi’nden kültür profesyonelleri ile Bursa’daydık. “Sabah Konuşmaları”nın Bursa durağında konuğumuz Aslı Tohumcu, şehrin kendisinde bıraktığı masalsı izlenimleri aktararak, bu masalın kültürle ilişkisine odaklandı: “Kültür deyince benim aklıma ilk, büyüdüğüm kültür yani bir masal geliyor. Çünkü bir masaldı Bursa benim için. Kültür dediğimiz şeyi akademik perspektiften ele aldığımızda mimariyi, çevreyi, ekonomiyi, dili, dini, sanatı barındıran bir yanı var. Daha kapsayıcı bir yerden ele aldığımızda bütün bunların, bu tanımların toplum tarafından içselleştirilip yaşandığı bir birikimden söz ederiz. Sanat insanların birbirlerini, yaşadıkları şehri tanımalarını, anlamaları, birbirlerine entegre olmalarını, farklı görüş ve üretimlere saygı duyma ve desteklemelerini sağlar. Kültürel etkinlikler aracılığıyla insanlar arasında iletişim ve etkileşim sağlayabiliriz daha güzel bir yaşam için iş birliği yapmalarını sağlayabiliriz. Bunu gerçekleştirmenin yolu elbette sadece yazarlar ve sanatçılar yetiştirmek değil. Ama üzerinde düşünülmüş kültür politikaları oluşturarak, önce bu işe kafa patlatanlar olarak iş birliğine ve dinlemeye açık olarak, sanatı insanlara “gerçekten” ulaştırabiliriz. O zaman da başka ve daha güzel ve kelimenin tam anlamıyla ortak bir yaşam kültüründen söz edebiliriz. Gerçek refahtan söz edebiliriz. Neden olmasın?”
“Daha adil, daha eşit, daha demokratik bir kültür politikası oluşturabilmek için İzmir’den çıkacak seslere ihtiyacımız var”
Yiğit Özşener
Ege Bölgesi’nden kültür profesyonelleriyle 16 Mayıs’ta İzmir’de buluştuğumuz üçüncü oturumda “Sabah Konuşması”nın konuğu Yiğit Özşener oldu. Ünlü oyuncu, yoğun programı nedeniyle fiziksel olarak aramızda olamasa da hazırladığı video aracılığıyla hepimizin kalbine dokunmayı başardığı bir hikâye paylaştı: “Ortaklaşa projesinin en başından beri bu yolculukta birlikteyiz; böylesine tarihi bir projenin, kapsayıcı ve kalıcı bir çözüm önerisinin parçası olduğum için minnettarım. Bugüne ve geleceğe konuşmak üzere bir araya geldiğiniz bu toplantıya başlarken ben sizi geçmişe götürecek bir yaşam hikayesi anlamak istiyorum” sözleriyle başladığı konuşmasının teması; İzmirli müzisyen Dario Moreno’nun hayat hikâyesiydi. 1921’de Aydın’da bir Yahudi mahallesinde başlayan ilham dolu bu hikâyenin sonunda Özşener: “Bir başka İzmir çocuğu olarak Moreno’nun hikâyesine baktığımda, mesleki olarak beni besleyen kültürel zenginliğin ne olduğunu çok daha iyi anlıyorum. İzmir birlikte sofraya oturmanın, ağlamanın, dans etmenin, şarkı söylemenin, bu vatan için üretmenin; hak mücadelesi vermenin değerini bilenlerin memleketidir. Tam da bu nedenle daha adil, daha eşit, daha demokratik bir kültür politikası oluşturabilmek için İzmir’den çıkacak seslere ihtiyacımız var. İzmir Arama Konferası’nda yapılacak çalışmalar, ortaya koyulacak tespitler ve öneriler sadece bölgeyi değil tüm ülkeyi aydınlatacak güce sahip.”
“Bilgiden çok bilgeliğe ihtiyacımız varken, bu toprakların da beslendiği ortaklaşma hafızasını birlikte canlandırmalıyız”
Ercan Kesal
Avrupa Birliği desteğiyle, Ortaklaşa Diyalog Programı kapsamında yedi odak şehirde düzenlenen arama konferanslarının dördüncü oturumu için 22 Mayıs’ta İç Anadolu Bölgesi’nden kültür profesyonelleri ile Konya’daydık. Sanat ve edebiyat dünyasından bir konuğun, o şehirle olan kişisel bağından aldığı ilhamı paylaştığı “Sabah Konuşmaları”nda konuğumuz Ercan Kesal (@kesalercan) ortaklaşma duygusunun bu topraklarda çok evvelden farkına varıldığına dair ailesinden ve toplumsal deneyimlerinden örnekleri anlattı: “Hepimiz, bizden öncekilerin bize bıraktığı; bizim de sonrakilere taşımakla mükellef olduğumuz bir mirasın sahibi, parçası ve devamıyız. Yeryüzünü, bizim olduğu düşüncesiyle sahiplenerek onun konukları olduğumuzu da hatırlamalıyız. Ben Avanosluyum; ailem uzun yıllar çiftçilik ardından da babamın İstanbul’da bir Rum’dan öğrendiği, gazozculuk işi yaptı. Evin reisi ise, bu topraklarda halı dokumaktan fırın yakmaya ortaklaşmanın önemini bilen, hiç durmadan üreten anamdı. Tıpkı coğrafyanın bize sunduğu gibi; bilgiden çok bilgeliğe ihtiyacımız varken, bu toprakların da beslendiği ortaklaşma hafızasını birlikte canlandırmalıyız. Fransız sosyolog Saint Simon’un onun öğretisini sürdürmeye çalışarak, sırttan düğmeli ceket giyen öğrencileri gibi, biz de birbirimize olan ihtiyacımızı hatırlamalıyız. Ortaklaşmanın bir parçası olduğumuz bugünü, aynı çabayı birlikte sürdürmeye vesile olduğu için unutmamalıyız.”
“Bu ülkede birlikte yaşayacaksak geçmişle yüzleşip, hafızamızı tazeleyip, kendimize yeni hafızalar yaratmanın yolu diyalog ve ortaklaşmadan geçiyor”
Özcan Alper
Arama konferanslarının beşinci oturumu için 30 Mayıs’ta Karadeniz Bölgesi’nden kültür profesyonelleri ile Ordu’daydık. Özcan Alper konuşmasında, kültür politikaları kavramını düşünmenin, konuşmanın ve bir alan oluşturma sürecinin zorluğuna değindi: “Çocukluğum Artvin’de geçti, liseyi Trabzon’da okudum; bir sinemacı olarak üniversite yıllarıma gelene kadar hiç sinemaya gitmemiştim zira bulunduğum şehirlerde bir sinema salonu yoktu. Karadeniz’de yetişmiş, sinemayla tanışmış bir çocuk olarak sanatla bir şekilde temas etmenin önemini bilen biriyim. Bir sanatçı olarak insan kendi yolculuğunda da dönüp dolaşıp evine varmaya çalışıyor. Gittiği, gördüğü yerlerde kendi coğrafyası üzerine düşünüp, karşılaştırma eğilimi oluyor. Buradan yola çıkarak da “doğayla uyum içerisinde, bambaşka bir sanat alanı nasıl yaratırım?” sorusuna odaklanıyor. Kültür-sanat alanıyla ilgilenen herkesin bir yurttaş olarak kültür kavramıyla ilgili bir bilinç eksikliği olduğunu düşünüyorum. Kültür hakkının sağlık, barınma gibi bir ihtiyaç olduğunun çok da bilincinde değiliz. Sadece yurttaşların değil bu alanda çalışanların da bu hakkı talep etmesinin, kültürü siyasetin dışında görmemenin önemi büyük. Karşılıklı diyalog ve ortaklaşmayı; yok sayılan kültürlerin ifade edilme biçiminin de tek tipleşmemesi açısından dayatmalıyız. Bu ülkede birlikte yaşayacaksak geçmişle yüzleşip, hafızamızı tazeleyip, kendimize yeni hafızalar yaratmanın yolu diyalog ve ortaklaşmadan geçiyor. Doğanının sahibi değil bir parçası olduğumuzu hatırlayarak, coğrafyanın da kültür politikasının bir parçası olması gerekliliğini unutmamalıyız. Kültürün ekoloji ve doğadan ayrı görülmeyip, merkeze oturması; Karadeniz özelinde düşünürken de bu ortaklaşma yollarından biri olarak denizi ve kentlerin deniz üzerinden birbiriyle kurduğu ilişkiyi atlamamalıyız.”
“Dersim, kültürün dayattığı; biçim vermeye çalıştığı yeknesak diller bütününden kurtarıp kendi öz dilini oluşturmaya çağırır”
Sema Kaygusuz
6 Haziran’da Doğu Anadolu Bölgesi’nden kültür profesyonelleri ile buluştuğumuz Tunceli’de Sema Kaygusuz, şehirle kendi dil dünyasında kurduğu kişisel ilişkinin tarihçesini anlattı: “Bu şehir benim için, üniversiteye gelene kadar erişilmez ve ulaşılmaz, ancak imgelem dünyasından; babaannemin imgesinin bir parçası, yitik bir coğrafyaydı. Dersim’i konu edinen bir roman yazdığımda burayı nasıl bildiğimi soranlara, “Ciğerimden, kalbimden, karnımdan biliyorum” diye yanıt verdim. Bu şehir bir acı şehri; kimsenin içine sığamadığı ama bir yandan da her yere saçılan bir şehir. “Manzara” kavramı içinde; kımıldayan, uğuldayan, kendi ritmi olan, ateşlenen hiçbir şey yoktur. Manzara kavramında “sadece ben varım, bana ne hissettiriyor” hissi ağır basar. Dersim ise bir manzara değil, bir hayvan, bir can olmayı; en başa, ateşe dönmeyi, içsellikle teklif eden eşsiz bir manevi alandır. İnsana “Her sabah bir başka canlı; bir keçi olarak, bir geyik olarak, bir ters lale olarak uyan” diyen, manevi bir tekliftir bu. Hani bir dağ, uzaktan her şeyi görür ve tanıklığı vardır; insan, oradaki görmeyi topraklandırmadığı, doğanın içinde eşitlenmediği sürece sadece insan olarak kalır. Dersim dışlayan değil içeren bir şehridir, esnekliği de buradan gelir. Kültürün dayattığı, biçim vermeye çalıştığı yeknesak diller bütününden kurtarıp kendi öz dilini oluşturmaya çağırır.
“Hepimiz kendi bölgemizde, kendi ilimizde, kendi ilçemizde konuşmalı, tartışmalı ve yüzümüzü birbirimize dönmeliyiz”
Ahmet Mümtaz Taylan
13 Haziran’da “Sabah Konuşmaları”nda konuğumuz Ahmet Mümtaz Taylan Güney Doğu Anadolu Bölgesi’nden kültür profesyonelleri ile Diyarbakır’da buluştu; şehirle olan bağını, Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda görev aldığı yıllara uzanan deneyimi üzerinden anlattı: “Diyarbakır’a ilk gelişim 1980’lerin ilk yarısında hem okuyup hem de Silopi tarafında asfalt işçisi olarak çalştığım dönemdeydi. İkinci gelişimse 1989 yılında Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’na tayin edildiğimdeydi. 1994’e kadar oyuncu, yönetmen ve idareci olarak çalıştım. Bu uzun soluklu süreçte bölgeyi ve insanını ama en çok da kendimi tanıma serüvenim başladı. Aradan geçen 35 senede nereden gelip nereye gittiğimiz ya da gidemediğimiz çok değişmedi. Dolayısıyla kültür politikalarının gidişatı da… Ortaklaşa: Kültür, Diyalog ve Destek Programı kapsamında yayımlanan “Türkiye’de Yerel Kültür Ekosistemi Raporu”nda değinildiği gibi, son yıllarda kültür-sanata ayrılan kaynak binde 3.75’e düşmüş. İstikrar içinde sürdürülmesi elzem olan kültür politikaları gibi, bir sanat kurumunun özerkliği de olmazsa olmaz ihtiyaçtır. Kültür politikaları her bölgenin koşullarının farklılık gösterdiği bilinerek belirlenmelidir. Kültürel hakların birlik ve diyalog içerisinde geliştirilmesi ve ilerlemesi için finansal desteğin, yönetsel istikrarın sağlandığı; özerk sanat kurumları, sivil toplum örgütleri ve her türlü sanat örgütüyle iletişimin gelişmesinin de önemi göz ardı edilmemelidir. En çok da bu iletişim için kullanılacak bütçenin onların ihtiyaçlarını karşılar hale getirmenin gerekliliğine odaklanılmalıdır. İKSV’nin nefes almamızı sağlayacak faaliyeler yürüten, bu işe kafa yoran, elini taşın altına koyan emek ve enerjisiyi Ortaklaşa ile Türkiye’nin diğer bölgelerine taşımak konusundaki kararlılıkları göz yaşartıcı. Sivil toplum ve sanat örgütlerinin birbiriyle olan iletişimini birlikte düşünerek, düşünce farklılıklarını gözeterek, mümkün olduğu kadar yardımlaşma zemini hazırlamak önemli. Hepimiz kendi bölgemizde, kendi ilimizde, kendi ilçemizde konuşmalı, tartışmalı ve yüzümüzü birbirimize dönmeliyiz. Birbirimize taleplerimizi yüksek sesle ifade etmeliyiz. Değişimin anahtarı hepimizin cebinde ve o anahtarı çıkarıp birbirimizin kalbine yerleştirme zamanıdır!”